Sıradaki İlişkiye Hazır mısınız?

Yaşam Koçu ve İlişki Danışmanı Talyaa Vardar, Siberalem takipçileri için yazdı….

Yanlış hatırlamıyorsam 25 yaşındaydım ve çok iyi gittiğini sandığım bir ilişkim vardı. Ben gündüzleri çalıştığım için geceleri çıkıyoruz, geziyoruz, bol bol eğleniyoruz… Bir akşam dışarıda yemek yerken, erkek arkadaşım bana “Çok fazla görüşüyoruz, kendime zaman ayıramıyorum” dedi. Tabii ki bozuldum, ama gururlu olduğum için çaktırmadım. Ona hak vermeye çalıştım, ne de olsa akşam 7’den sonra hemen hemen her gün görüşüyorduk… İçin için hak vermeye çalışıp, veremediğimde de, en yakın arkadaşlarımdan birisine konuyu açtım… 25 yaşımın toyluğuyla erkek arkadaşımın haklı olup olmadığını danışmaya ihtiyacım vardı tabii. Arkadaşım “Nasıl yani, bütün gün seni görmüyor, nasıl hep birlikte olduğunuzu söyler ki?” deyince benim jeton düştü… Bizim ilişki depresyona girmişti… İlişkinin enerjisi düşmüş, geleceği bulanıklaşmıştı. O ilişki benim Ankara’da kalma sebebimdi. İstanbul’a taşınmayı gerekçe göstererek, ilişkimi bitirdim. Kaçan kovalanır ya, bir gün erkek arkadaşım (artık ‘eski’ idi tabii) telefon etti ve İstanbul’a geldiğini, beni görmek istediğini söyledi. Görüştük elbette… Ama benim kalbim bir kez soğumuştu. Kadın kalbi simit gibidir, tazeyken lezzetli, soğudukça bayatlar. İşte benim ona olan hislerim de bayatlamıştı. O yüzden, boşuna İstanbul’a kadar gelmiş oldu. Ben çoktan yeni ufuklara yelken açmıştım…. İyi ki de! Bazen hala kendimi eski ilişkilerimin içinde görürüm, kabus kabus. Uyandığımda, bir şükür çekerim. Gençken insan kendisine çoook haksızlıklar edip, elmayken armutla; armutken elmayla eşleşmeye çalışabiliyor.

Kader bu ya, bir danışanım benim ilişkime benzer bir ilişki yaşadıktan sonra, bir daha hiç bir zaman sevilmeyeceğine dair bir inanç geliştirdi. Bu inançla mutsuz, yalnız ve mağdur hallerde dolaşırken, duygusunun derinine indiğimizde, aslında iç sesinin “Bir daha asla aynı şekilde incinmek istemiyorum” demek istediğini anladık. Bak sen şu işe: Yani, n’apsa incinecek! Hangi ilişkiye girse incinecek! Girmese daha da çok incinecek! Keşke insan daha az komplike bir yaratık olsa dediğimiz durumlardan birisi daha. İncinme korkusunu çalıştık… çalıştık… çalıştık…. Onun altından yalnız kalma korkusu çıktı karşımıza. Yalnız kalmaktan korktuğu için de her ilişkiyi fazla ciddiye aldığını, eğlenmeyi unuttuğunu anladık. Sonrası çorap söküğü gibi geldi.

Ayrılıktan sonra başka ilişkilere giremeyecek kadar yaralandıysanız, hafife alın! Hayat o kadar da ciddiye alınacak kadar uzuuuuun uzuuuuuun yaşanmıyor. Bir bakmışsınız orta yaşlarınız kapıyı çalmış.

Eski ilişkinizden ağzınız yandıysa, yeni bir ilişkiye hazır olduğunuzu nasıl anlarsınız? Burada madde madde formüllerin olduğuna inanmıyorum. Bana göre gerçekten hoşunuza giden birisi karşınıza çıktığında, hafif bir tutumla, çok anlam yüklemeden, ufak ısınma turlarıyla başlayın. Her karşınıza çıkan adama ya da kadına sonsuza dek onunla birlikte olacaksınız gibi anlamlar yükleme huyunuz varsa, bu huyunuzu tedavi edin… Hayat bu, ne zaman nereden ne çıkacağı belli olmaz! Eğer hoşunuza giden bir aday yoksa da bekleyin… Yalnızlıktan hoşlanmayı öğrenin… Kendinize odaklanın, zamanın ruhunu yakalayın ve ruhunuzu zamanın ruhunda eritmeyi deneyin.

Bir kış sabahı, benden biraz daha genç olan bekar bir arkadaşımla işlerimize doğru yola çıktık ve lapa lapa karın içinde ilerlemeye çalıştık. O sıralarda arkadaşım yalnızlıktan dem vuruyordu ve birisinin sevgisini hissetmeyi ne kadar özlediğini söyleyip duruyordu. Yine aynı muhabbeti açmıştı ki, “Bak” dedim. “Kafanı yukarıya kaldır ve lapa lapa yağan karlara bak… Öyle bir bak ki içine işlesinler, kalbine girsinler… Sadece gözünle değil, kalbinle de görmeyi öğren.” Sustuk ve yolun kalanında karın keyfini çıkardık. Arkadaşım bir daha konuyu açmadı. O yılın sonunda da nişanlandı… ara ara bana takılır. Ufacık bir şeyden şikayet edecek olsam, beni benim sözümle vururdu: “Bak, gözünle değil kalbinle de görmeyi öğren! Arkadaşım nihayet zamanın ruhunu yakalamayı öğrenmişti.

Geçmiş yıllarda beraber çalıştığım bazı kişilerdeyse yeni bir ilişkiye girme ve incinme korkusunun tam tersi bir sendrom vardı: İlişkisiz yapamama. Hatta içlerinden birisine çok ciddi ilişki perhizi verdiğimi hatırlıyorum. Dinledi mi? Hayır! Bir ilişkiden diğerine bungee jumping gibi zıplaya zıplaya, en sonunda kendisini taciz eden iki kişiden köşe bucak saklanır hale geldi. Bu kişideyse, bambaşka bir durum vardı: O, kendi değerini, ancak beraber olduğu kişilerin gözünde görebiliyordu. Kendi varlığını ve değerini hissedebilmesi için, birinin ona sürekli iltifat edebileceği bir sahneye ihtiyacı vardı. Her yeni kişi, onun için sahne demekti. İşi bittiğinde geride kalbi kırık bir aşık kalıyordu. Ancak hiç bir ilişkide uzun süre kalamamasının ardındaki sebep de buydu. Yeni insan, yeni şov, yeni sahne ona yeniden ve yeniden kendisinin değerli olduğunu hatırlatıyordu. Yaşı gençken sorun yoktu ancak orta yaşlara geldiğinde, bu alışkanlığı onun mesleki imajını zedeler hale gelmişti. Epey çalıştık… Bir ilişkide kalmayı, o ilişkiye sabretmeyi, özveride bulunmayı öğrendi. Ancak flört etme alışkanlığından hiç vazgeçmedi… Kimseye zarar vermediği sürece sorun yok diye düşünüyorum.
Azıcık flörtten zarar çıkmaz, hatta kadınlık ve erkeklik enerjisini tazeler. Şayet ilişkiye hazır hissetmiyorsanız, flört edin. Hem kendinizi test etmiş olursunuz, hem de biraz eğlenirsiniz. Tabii, baltayı taşa vurmamaya dikkat edin!

Talyaa Vardar, BSc, MAPS, PCC

Yönetici Koçu
Sanat Terapisti
Eğitimci

Önceki YazıSonraki Yazı

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

uye_ol